23 Mayıs 2015 Cumartesi

BB'nin Yedisi


Kırmızı şahinimizin arka koltuğunda oturan küçük bir oğlan çocuğuydum. Babam hafta sonları piknik yapmak ve uçurtma uçurmak için arabayı samanlı dağlarına doğru sürer, ben sanki o dağların kralıymışçasına kucağımda pembe panterli oyuncak gitarımla dağları izlerdim. Kendimi gitar çalar zannederdim.

Sonra o pembe panterli gitarıma ne olduysa oldu ortadan kayboldu. Balıkesir Gömeçte babaannemin evindeyiz ille de gitarım diye tutturdum. Ağladım zırladım. Babam evden bir hışımla çıkıp yarım saat sonra geri geldi. Marangoza gitmiş büyükçe bir kibrit kutusuna benzeyen bir tahtaya yine bir tahta sap ekletmiş, üzerine de 4 tane misinadan tel bağlayıp çiviyle germiş. ‘Al gitar’ dedi ‘çal’. O tatil boyunca o misina tellere vurdum. Tabi yine muhteşem çalıyorum.

İlkokuldayım o zamanlar Haluk Levent’in büyük hayranıyım, ki bu hayranlık uzun yıllar sürmüştür, sesi sonuna kadar açıp elimde bir hava gitarı serdar öztop’un bütün sololarını ağzımla taklit ediyorum. Gözlerim kapalı, ben sahnedeyim ve tabi yine kendimi fevkialade bir şekilde gitar çalıyor sanıyorum.

Liselere giriş sınavı geçti, Anadolu Lisesini kazandım. Artık gerçekten gitar çalma vakti geldi. Deli gibi istiyorum ama bir yandan da deli gibi utanıyorum. Öyle pis bir arakadaş grubum var düşünün, gitar çalmamla dalga geçmesinler diye ders saatlerimi hava karardıktan sonraya alıyorum ki yolda sırtında gitarla görünmeyeyim. En azından diyorum şu klasik gitar geçsin elektroya geçince söylerim hepsine. Gülpembe’ nin arpejlerini öğrendim ilk. Kuzenim bizde ‘ağbi’ dedi ‘gitara başlamışsın, çalsana bişeyler’. Şarkının sözlerini söylemeden çaldım. ‘ bu gülpembe mi ağbi?’ dedi. Hiç unutmam. İlk konserimde hüsrana uğramıştım. Halbuki yine gayet güzel çalıyordum.

Lise 1’in sonları okulda meğerse davul çalan yakın bir arkadaşım varmış, o da benim gibi saklıyor davul çaldığını. Neyse bir şekilde kader ağlarını ördü daha sonra bir araya eldik ve 6 seneye yakın aynı grupta çaldık söyledik. Tabi bu arada sertleşmişiz heavy metale thrash metale evrilmişiz. Metallicalar Megadethler Iron Maidenlar falan çalmışız. Sert çocuklarız. Hız, teknik, gürültü bizim için her şey demek. Çalıyoruız biz bu gitarı.

Üniversite yıllarında da bir şekilde sürdürmeye çalıştık grubu, kendi çapımızda 3-5 konser verdik falan. Ama 4ümüz 4 farklı şehirdeyiz. Değişiyoruz, dönüşüyoruz, gelişiyoruz. Sevdiğimiz şeyleri sevmez oluyoruz. Böyle bir süreçte fark ettim artık kafamın metal kaldırmadığını. Rocknroll ya da reggea daha cazip geliyor nedense artık.

İşte tam o dönem öyle bir kuyruklu yıldız çarptı ki dünyama. Daha önce böyle çarpılmamıştım ben. Blues.

Aslında her konuda atıp tutabilen, fikir yürütebilen bir yapım vardır. Ama bir şeyi sevince onun dibini sonuna kadar kazarım. Bu durum mesela alkol sevgimin sonucu olarak henüz 19 yaşımda kendi şarabımı yapmama kadar gidebilir. Müzik de öyle.



Araladığım bu kapının bambaşka bir dünya olduğunun farkındaydım. Aslında içten içe bir gün bunun da eskisi kadar zevk vermeme ihtimali olduğunu bildiğim halde kendime engel olamıyordum. Her yeni müzisyen bir yenisine ulaştırıyordu beni. Ben de her yeni olanı etrafıma dinletiyordum. Michelangelo’nun Ademin Yaratılışı tablosundaki gibi tanrı(lar)dan titreşimi alıyordum ve hemen en yakınımdakine iletiyordum. Adem iletemiyordu. Çünkü o yalnızdı.

Muddy Waters, BB King, Buddy Guy, Albert King, Freddie King, Albert Collins ve daha niceleri. Çok kısa bir süre içerisinde hepsinden payıma düşen titreşimleri aldım. Çoğu dedemden yaşlıydı. Ve ben iki dedemi de görmemiştim. Ama bu babaları görüyordum. Ve üstelik dedem değil arkadaşımdılar sanki.

Hepsinin yeri bende ayrıdır. Ama biri vardı ki kendisi bana hayatımda yediğim tokatlardan en sağlamlarından birini atmıştı. Onun parmaklarından fışkıran şeyi dinleyene kadar sadece kendimi değil başkalarını da gitar çalıyor zannetmişim. BB King.

Blues Boy Tune (All Over Again) ilk 5 notası sanıyorum benim hayatımda aldığım en ağır darbedir. O ilk 5 nota ve daha sonrasında akan notalar bana yıllardır bildiğim herşeyin aslında ne kadar yanlış olduğunu göstermişti. Sert ve ağır olmak demek gerçekten sert ve ağır olmak demek değilmiş.

Sonra yine aynı şey oldu. Oku oku oku, dinle dinle dinle. BB King ve blues hakkında ne var ne yok araştır.

Sadece müziğiyle değil karakteriyle de diğer bir çok müzisyenden ayrılıyordu BB. Alkol ve sigara içmiyordu mesela ama obezdi. 2 kere evlenmiş ve (bilinen) 15 çocuğu vardı fakat bu 15 çocuğun hiçbiri o iki evlilikten değildi. İyi bir hristiyandı. Süslü ve renkli de dursa çok mütevazi ve alçak gönüllüydü. Mesela bir roprtajında ‘John Lennon bir şarkısında benim adımı söylediği için koltuktan düşüyordum’ diyordu. Halbuki hemen hemen bütün rocnkroll camiasını on yıllar boyunca derinden etkilemişti.

Bir çok sanat severe göre dünya üzerindeki en temiz tuşeye sahip kişiydi. Hatta bir diğer büyük üstad Buddy Guy küçükken gitar çalarken babasının gelip ‘BB King mi olmak istiyorsun? BB olmak istiyorsan asla hata yapmamalısın’ dediğini söylemiştir. Ama ‘ben hata yaparım, ben Buddy Guy’ım o BB King’ diye de eklemiştir.

Bu tuşe nereden geliyor? Çalışmak ile elde edilecek bir şey midir? Yoksa alevler içindeki bir binaya sırf gitarını kurtarabilmek için dalabilecek kadar büyük bir yürek sahibi olmaktan mı geliyor?

Teknolojinin bizim kuşağa kazandırdığı en büyük avantaj istediğimiz şeye istediğimiz anda ulaşabilmemiz. Eğer 70’lerde yaşayan birisi olsaydım büyük ihtimal BB’yi hiç tanımayacaktım. Ya da tanısam bile küllüyatını dinleme ihtimalim çok çok az olacaktı. Dinlediğim yüzlerce BB şarkısı içerisinde fark ettiğim bir şey daha var o da mesela gitarının da vokalinin de 90 yaşında bile gelişmekte olduğu. Bu da çoğu sanatçının başarabileceği bir durum değildir. Vokali hep daha gür, tuşesi hep daha temizdi sanki.



Aslında kendilerini 80 yaşından sonra tanıdığım için ölmeleri durumuna kendimi bir şekilde alıştırdım. Ölüm üzerine de düşündüm ve en sonunda ölümün bizim gibi sıradan ölümlüler için olduğuna karar verdim. Yıldızların bile öldüğü bir evrende tabi ki ölüm var. Ama hayat bu kadar parlak ışıldayan yıldızlara bizden çok daha uzun var. Ve o kadar eminim ki bütün devletlerden, bütün ekonomik doktrinlerden daha uzun yaşayacak BB.

Blues sadedir, 12 ölçüdür, 3 akordur. Ve bütün blues şarkıları aslında birbirinin aynısıdır, 1 şarkıdır. Fakat insan faktörü işin içine girince koskocaman ve rengarenk bir yelpazeye dönüşüyor. Aynı şarkının bile 15 farklı yorumu olabiliyor. BB de bu yelpaze içinde en hayati kanatlardan birisini teşkil etti, yeni kanatlara ilham verdi, onları cesaretlendirdi. Bu binlerce dalı olan ve masmavi gökyüzüne milyonlarca çiçek açan keder ağacımızın gövdesindeki en kalın yaş halkalarından birisi oldu.

Yıllar önce bluesa güzelleme yaptığım bir yazıda ‘nereye gideceğini bilerek çıktığın fakat vardığın yere her zaman şaşırabildiğin bir yolculuktur blues’ demiştim. Kim derdi ki anavatanı afrikadan koparılmış binlerce esirin toprak ağalarının mısır ve pamuk tarlalarında zorla çalıştırılırken söyledikleri acı türküleri dünyanın hemen hemen bütün müzik tarzlarını etkileyecek, üzerlerine kitaplar yazılacak, araştırmalar, filmler çekilecek. Ben bugün burada o mısır ve pamuk tarlalarında doğan çığlığı anlatırken modern köleliğimin sebebi teknolojik aygıtları kullanacağım. Hatta zamanında sırtımda gitarla görmelerini istemediğim arkadaşlarımla çok blues şarkısı paylaştığım için lakabım Bibi kalacak. Ya da mesela çocuklarım çocuklarıma anlatacak, dinletecek.

Yaşayacak BB, Muddy gibi, Freddie gibi Robert Johnson gibi. Yüzlerce yıl sonra bile ışık saçacak, ilham verecek. Biz olacak mıyız? Bilemeyiz. Ama en azından bugün buradayken bu gürül gürül akan ırmaktan kana kana içelim dostlar. Belki de yarın yoktur.


2 Şubat 2015 Pazartesi

de, da


beni çarpan lodos muydu yoksa kedilerle köpekler de mi sarhoştu?
uçuşan nesneler de pek umrumda değildi aslında
kaldırımlarda mahkum onlarca ağaç vardı yol boyu
aslına bakarsan çoğu da fidan sayılırdı hala
ve orada yeteri kadar dursam güneşle dansını da izleyebilirdim hepsinin
ama yoldaydım ve şehrin bazı bolgelerinde elektrikler kesikti

aklıma gözlerin geliyordu
karşıdan uzunları yakmış bir araç geliyordu
saçak altlarından yol ortalarına koşuyordum

18 Ocak 2014 Cumartesi

uyandırma servisi

gezegenimizin üzerinde insandan ve insan yapısı olmayan nesnelerden başka hiç bir yaşam belirtisi kalmadığında; cenneti insanlara anlatırken yaşayacağınız güçlüğü tahmin edebiliyorum. üzerinde yaşadığımız dünyanın hiç bir parçasını kendimden üstün ya da aşağılık görmüyorum. işte bu yüzden hoyratlığınızı bizzat kendi üzerime alınabiliyorum.

yara'd'ılanı ne kadar sevdiğinizi ben tartamam, onu ancak siz bilebilirsiniz. fakat yara'd'ılmadığı sabit olan parayı, 'yaradılan' çoğu şeyden daha çok sevdiğiniz gayet açık hale geldi bugünlerde. tabi ki oğullarım/manevi oğullarım da 'yaradılan' diyebilirsiniz. ki bu cümlenizin bir duygu olmaktan eylem haline geçişinde yine 'yaradan' tarafından verilmediğini ikinizin de gayet iyi bildiği bir 'gücü' kullanmaktan çekinmiyorsanız 'yaradandan'dan korkmuyor, 'yaradılan'dan utanmıyor olabilirsiniz uyandırayım hafız.

öyle bir bilenmiştiniz ki düşmanlarınıza, öyle düşmandınız ki kendinizden olmayana sinsiliğiniz için başka bir gerekçeye ihtiyacınız kalmıyordu, el ele kol kola çayır çimen geziyordunuz. sonra baş başa kaldınız aynı evde yaşayamaz hale gelen karı koca gibi kavgaya tutuştunuz. belli ki ikiniz de kavga ihtimaline karşı kayıt tutan eş tribindeymişsiniz. üstelik ikinizin de epey kayıt tutulacak mevzusu varmış. ev kimde kalır, kim postayı yer eşyalarını alır gider onu da bilemem, niyet okumadığım gibi işkembeden sallamam ama ev sahibi ikiniz de değilsiniz. yine uyandırdım sizi kıymetimi bilin.

bütün gördüğüm para ve güç için boğazına kadar bokun içine batmış hayatlar, bunun için harcanmış yıllar. bu para da öyle astronomik şeyler değil yani.işte takım elbisesiydi, ananasıydı; temel ihtiyaçlar. sizi bu kadar alçaltacak korku neydi merak ediyorum tabi ki. ama insanların bunları görmeyip size inanmaya devam edeceğine olan mutlak inancınız daha çok ilgimi çekiyor şu an. inanacaksınız di mi? inanacaksınız inanacaksınız. çünkü siz de onlar kadar küçük de olsa ananas, ucuz da olsa takım elbise seversiniz.

sizi efendinizle ve birbirinizle karıştırdığımı da ileri sürebilirsiniz. aslında gelmek istediğim yer tam da burasıydı. o kadar çok efendilerinize ve birbirinize benziyorsunuz ki ancak bütün varlığınızı onun varlığında görmenizle mümkün olabilir bu. kendisi olmayı beceremeyen kişilere 'siz' demem bile bir lütuftur bana kalırsa. şikayet ettiğim kadar lütuf da gösteriyorum.

o bencillik 'sizi' yıkacak haberiniz olsun.

'uyuma ama konuşalım'

19 Kasım 2013 Salı

zamanlı zamansız

ilk parçacık titreştiğinde
ortaya çıkan o ateş
işte burada, alnımın ortasında
korkmuyorum ölümden de şaraptan da

sevmiyorum serapları fakat
uyanışları sevdiğim kadar
'yaşıyorum' diyorum kendime,
sonra nefeslerin en sıcağına
'merhaba'

28 Eylül 2013 Cumartesi

anıt


öyle hasretle yağıyordu ki yağmur
sokak ortasında bir biz kalıyorduk

insanlar telaşlı, insanlar aceleciydi

damlalar o kadar kendinden emin
damlalar o kadar başına buyruk
damlalar o kadar vurdumduymazdı

biz meraklı, heyecanlı ve yoksulduk

ve bir sahil kasabasında güpegündüz
tepemizde kuş kakaları varmışçasına
sanki yıllardır oradaymışçasına
aldırış etmeden öpüşebiliyorduk

son damlasıydı bu düşen dudağımıza
devrilmiş şişesinden gençliğimizin
içmemişiz hiç, tatmamışız hatta
akıyor içimize bir ömürlük sarhoşluk

24 Aralık 2012 Pazartesi

sıla

etime saplanmış nefesin
tırnakların ruhumda gezinir hala
ve en az kartonpiyerin arkasındaki örümcek kadar ev sahibi

1 Kasım 2012 Perşembe

biraz daha kok be


geçen kış ocak ayı. fener kayseri maçı var. kadıköy'de ilk maçım olacak. hayatımda yeterli ya da yetersiz bir çok sebeple ertelediğim çoğu şey gibi bunu da ertelemişim. pek de şaşırtmaz bu yönüm insanları. onların da yapısı bu yapacak bir şey yok. neyse çıktık cemo'yla, aldık biralarımızı, geçtik bi bahçeye içiyoruz. bir yağmur ki arjantinden boşalırcasına. bizim elimizde şişeler, üstümüzde çubuklular. götümüz yaş, başımız yaş, bünyemiz ayyaş...

sert davranmış olabilirim en baştan, özür dilerim. benim de yapım bu.

kayseriyi dörtledik çıktık maçtan. insan seli akıyor merdivenlerden. 'neresinden bakarsan bak merdivenler hep iniş' miydi hala? ama yok yok bu yepyeni bir imge olmalıydı. evet evet bu ürkek, titrek, kırılgan ve sokulgan bir sayfaydı. susardı çok. mutfağa, salona giderdim kanat gücüyle. geri dönüşlerimin hastasıydım. megaloman mıydım? yoksa bu benim hayatımın geri dönüş golü müydü?

kadıköyü asıl ben o hafta sevmiştim. gözlerinin içinde mutluydum, dizinin dibinde, saçlarının arasında. bazen yanağında... mutluydum gerçekten. kulağımda flört ün demli albümü çalıyor. sevmez olaydım, mutluyuz, istanbula dair...

sonra pek çok güzel gün, pek çok güzel gece. derinde olan ne varsa, aylardır yazamadığım, konuşamadığımız 'neyse' işte. kazıyamıyoruz di mi hala? seninki benden kara bizim hesap anlayacağınız.

hangi sarhoşluğumuzda hatırlamamışızdır mesela, hangi şarkılar onlar?  koku neden diğer duyulardan daha yalnızdır? biz neden günlerce aynı şarkıyı dinliyoruz? babam aşkı bu kadar güzel anlatmayı nereden öğrendi?

sonra spartak maçı. yine kadıköydeyiz. tonla hayal uçup gitmiş tabi. elenmişiz, sen gelmemişsin. ben gelirken bitmeyen eskihisar- kadıköy yolunu dönüşte camdaki yansımama içimi dökerek geçirmişim. epey dertliymişim  cam da sağolsun buğulanmış. ben yalnızlığın ilk tohumlarını o can suyuyla atmışım. nasıl olsa ali biçer. ali biçer.

tek yapman gereken biraz dışarı çıkarıp gezdirmekti belki de bu küçük çocuğu. tutmadı mı ellerini? sevmedi mi seni? aynı değil miydi öpüşü? sarılışı? hiç mi sevmemiştin bu hallerini? ben mi hep sarhoştum? o 'artık sevmiyorum', 'seninle bir gelecek görmüyorum', 'bitti' gibi cümleler ne zamandır oradalar? babam şişedeki o son dubleyi hangi ara içti?

bluzunu askıdan aldım. özenle katladım. o gün o bluzu içe doğru katlarken bitişini kabul etmiştim belki de. 'bu gidiş öyle diğer gidişler gibi değil olum ali' içimdeki ses titriyordu, ama dışımda yaprak kımıldamıyordu. şevkat göstermek büyük keyifti. ama biz göz yaşlarımızı birbirimizden saklamaya başladığımız günden beri içimizden gelerek gülemiyorduk.

her gün 'biraz daha kok be'

30 Nisan 2012 Pazartesi

armutun iyisini ayılar yemez

deneklerimiz 'denek a' 'denek b' ve 'denek c' nin isminden de anlaşılacağı üzere gayet bilimsel bir deney anlatacağım size. anlatacağım şey aslında çok basit. armut yiyiciliğin en temel 3 aşaması. buradaki cümleleri uzatmamın tek sebebi, bu deneyi daha bilimsel zannetmenizdir onu da baştan söyliyeyim.

aralarında yaş farkı olan, toplumun farklı kesimlerinden gelen, farklı cinslerde, farklı renklerde olan ama aynı davranışları sergileyen trilyorlarca denek arasından davranışlarını indirgedeğimiz üç evre aşağı yukarı aşağıdaki gibidir.

1) armut kötü olabilir ama ben iyiyim

bu evrede armutlar alelade saçılır. 'denek a' armut yerken bu kadar kendini kaybetmesine rağmen bunun normal bir davranış olduğunu düşünmektedir mesela. armutunu paylaşır, cimri değildir.hatta karnı epey aç olan 'denek a'nın bu evrede armut yediği ağaçta fotoğrafları bile vardır.

2) armut da kötü ben de kötüyüm

bu evrede özellikle 'denek b' nin epey bi içe döndüğü gözlenmiştir. armut artık yaşam biçimidir ama armut yerken bu kadar kendini kaybetmesinin pek de normal olmadığını biliyordur içten içe. dış dünyaya o kadar kapanmıştır ki sakallarında armut biriksin diye 3 4 ay traş olmadığı oluyordur.

3) insanız elbet kötülük var içimizde ama armutun bunda bir etkisi yok

kabullenmenin sınırlarında gezen 'denek c' bu evrede rahata takmıştır. bir gün epey bi yüklü armut yemiş, suçu üzüme atmıştır. üstelik artık 'elma da fena değil' demektedir. daha sonradan anlattığına göre 'üzüm yüzünden'  yanan kibritin armut şeklinde alevlerinin ortasında 'neden?' yazan bir dövme bile yaptırmıştır koluna.

yıllar sonra tekrar bir araya geldiklerinde garson ortaya bi meyve tabağı getirince 'denek a' 'denek b' ve 'denek c' aşağı yukarı hala bu cümleleri söylemekteydiler.

13 Nisan 2012 Cuma

6 Nisan 2012 Cuma

ne var kardeşim biz de bonobo çocuğuyuz?!

-- bu başlık; küfür, cinsellik, aslında hiçbir türlüsünden hoşlanmasak da azıcık ucundan şiddet içerir --

abilerim, ablalarım, bu seferki "halil pazarlama" adlı köşemizde sizlere primatlar takımının hominidae familyasına dahil pan (şempanze) cinsini oluşturan iki türden biri olan bonobo' yu tanıtacağım. bu bonobolarda bizim insanımızdan farklı olan en büyük özellik anaerkil bir toplum yapısına sahip olmaları..bu sebepten de cinsel etkinliğin belirgin yansımasını bonoboların yaşam tarzından direkman çözümleyebilirsiniz..mesela 3-4 erkek bonomo derenin kenarından geçen dişi bonomoya laf mı attı, taciz mi etti, hemen dişi bonomolar mahallede her hafta altın günü yaptıkları arkadaşlarını çağırıp bu erkeği oracıkta eskitiyorlar..bildiğin leyveli, sopalı minibüsçü kavgası, ağzını burnunu kırıp ağacına yolluyorlar erkek bonobo' yu..ama bunlar öyle bir güruh ki, aynı şey erkek bonobo' nun başına geldiğinde "çağır bizim çocukları analarını sikelim aga" koordinasyonu sıfır, yediği lafla ya da dayakla kalıyor bizim erkek bonobo...

bazen diyorum ki keşke bonobo' lardan gelseymişiz, hani evrim denen hesap kitap sistemleri darwin amcanın dediği gibiyse bonobo' lardan başlasaymış ya bizim süreç..ciddi söylüyorum sizlere dünya çok $ükela bir yer olurmuş be...evrim evrim evrildik de ne oldu aga, ya da hadi şöyle diyelim, havva anne elmaları mideye hüpletti de ne oldu..petrolüydü, silahıydı, savaşıydı, açlığıydı, doğal yaşamı katletmesiydi derken afedersiniz güzelim dünyanın başına tüy diktik, dikmedik mi oğlum niye bakıyorsunuz öyle suratıma?! sen dikmediysen senin arkadaşın dikti, o da dikmediyse onun arkadaşı dikti, arkadaşına "agaa ayarlasana leaaaaan" dediğin kız var ya..o dikti işte..neyse kim neyi dikti kim kimi s**ti bunların hepsi ayrı bir platformda tartışılır, konumuz da bu değil zaten...

bu bonoboların sosyal yaşamlarını yerinde incelemeniz lazım sevgili dostlar..geçen atladım uçağa bizzat zaireye gittim gördüm, orada bizim eski mahalleden şarküterici iskender abi dükkan açtı çoluk çocuk zaireye yerleştiler, onlarda kaldım ben de işte 4 gün..bonobolar gerçekten marjinaller!..seksin her varyasyonunu bizzat tatbik etmekteler ve bazı durumlarda bunu ödüllendirme biçimi haline getirmişler..bonobo primatının gönlündeki güzelliğe bakarmısınız?! gerçekten hepsi çok düzgün, çok delikanlı primatlar...ben kendilerine kefilim, ortamlarına ilk girdiğimde kendimi tanıtırken "i am turco, turk, ottoman empire, sülüman gebeyim" falan dedim yüzlerine bir gülümseme indi, inanır mısınız kendi milletimin insanı bana bu güzellikleri yapmaz..bir itibar, bir izzeti ikram, sağolsunlar müthiş ağırladı çocuklar beni, gidin siz de yerinde görün o kadar diyorum yani..

bazen kendi aralarında muhabbete daldıklarında onları izledim uzun uzun ve kendime dedim ki, ya bu çocuklar mutlu be! hakkaten mutlular..sürekli bir yatış halindeler, durmadan sevişiyorlar..dereye giriyorlar gusül abdestlerini alıyorlar, sonra tekrar yatıyorlar, yemek yiyorlar, sevişiyorlar, yatıyorlar gidip gusül alıyorlar yine..içlerinde bir iman kırıntısı mı derler ne derler o da kalmış hani..dedim ki kendime kendime onları izlerken, bu bonobolar vallahi bizden akıllı..çocuklar mutlular abi, evrimleşmemişler kalmışlar öyle primat primat gül gibi geçiniyorlar, kafaları rahat..bir de bize bak; senelerce okul oku, iş ara, işe gir çalış, gecen gündüzün birbirine girsin, sürekli sinir stres halindeyiz..evrimleştik, insan olduk da ne oldu?! insan olmuşuz ama o günden bu güne sadece adımız insan kalmış..

yalnız bonobo kardeşlerimde tasvip etmediğim bir iki şey de yok değil hani..bir kere public sex çok yaygın, kimse eşini, sevgilisini alıp ağacında romantik dakikalar yaşamanın derdinde değil..bilmiyorum belki de hepsinin evi 11.-12. katta olduğu için in çık zor geliyor çocuklara..bildiğin afrika' nın ortasında, zairede, amsterdamdaki sex theatre ekolünü yaşatır olmuşlar..eş, dost, akraba, çoluk çocuk, hiç takan yok..dişi bonobo bir yandan erkeğinin vücuduna seri şekilde tekmeler savururken bir yandan da "uçur beni itoğlu it, göklere semalara fırlat beni, çık üstüme kır kemiklerimi sesi mozambikten duyulsun" şeklinde kur yapıyor..anlayacağanız dişi primat bildiğiniz gadana abla kıvamında agresif hareketlerle erkeğini döve döve sevişmek istediğini iletiyor...allahtan bu durum bizde geçerli değil...toplum olarak kadına şiddet uygulamada bir dünya ekolü olduğumuzdan bu tarz bir cilveleşmenin bedeli çok ağır olabilirdi..

lafı çok uzatmak istemiyorum sevgili dostlar..ama bilin de istiyorum ki bonobolar dna verilerine göre homo sapiensle (senden benden bahsediyorum) yüzde 98 oranında benzeşmekteymişler ve bu yatkınlık gorillerden daha fazla. dna' nın kritik bölgeleriyle ilgili yapılan bir araştırmaya göreyse yüzde 99.4 oranında bizlere benzer oldukları bulunmuş...

neyse, bu enteresan bilgiyi de sizlerle paylaştıktan sonra zaireli dostlarımı bir de kendi gözlerinizle görün, bilin, tanıyın isterim..gerçekten çocuklar çok güzel çocuklar, kafadan on numara beş yıldız hepsine...kalptesiniz bonomolar, eğer bu yazdıklarımı okuyorsanız tekrar söylüyorum bak, bir gün mutlaka istanbul' a bekliyorum..midye dolma, turkish kebap, raki balik, boğaz..bak o kadar anlattım..charlie bak sana özellikle söylüyorum bir gün yengeyi de kapıp geliyorsun, sizi machine diye bir yere götüreceğim ortam inanılmaz...şimdiden çok özledim hepinizi, allah' a emanet kardeşim...

durma yolcu okumaya devam et