23 Mayıs 2015 Cumartesi

BB'nin Yedisi


Kırmızı şahinimizin arka koltuğunda oturan küçük bir oğlan çocuğuydum. Babam hafta sonları piknik yapmak ve uçurtma uçurmak için arabayı samanlı dağlarına doğru sürer, ben sanki o dağların kralıymışçasına kucağımda pembe panterli oyuncak gitarımla dağları izlerdim. Kendimi gitar çalar zannederdim.

Sonra o pembe panterli gitarıma ne olduysa oldu ortadan kayboldu. Balıkesir Gömeçte babaannemin evindeyiz ille de gitarım diye tutturdum. Ağladım zırladım. Babam evden bir hışımla çıkıp yarım saat sonra geri geldi. Marangoza gitmiş büyükçe bir kibrit kutusuna benzeyen bir tahtaya yine bir tahta sap ekletmiş, üzerine de 4 tane misinadan tel bağlayıp çiviyle germiş. ‘Al gitar’ dedi ‘çal’. O tatil boyunca o misina tellere vurdum. Tabi yine muhteşem çalıyorum.

İlkokuldayım o zamanlar Haluk Levent’in büyük hayranıyım, ki bu hayranlık uzun yıllar sürmüştür, sesi sonuna kadar açıp elimde bir hava gitarı serdar öztop’un bütün sololarını ağzımla taklit ediyorum. Gözlerim kapalı, ben sahnedeyim ve tabi yine kendimi fevkialade bir şekilde gitar çalıyor sanıyorum.

Liselere giriş sınavı geçti, Anadolu Lisesini kazandım. Artık gerçekten gitar çalma vakti geldi. Deli gibi istiyorum ama bir yandan da deli gibi utanıyorum. Öyle pis bir arakadaş grubum var düşünün, gitar çalmamla dalga geçmesinler diye ders saatlerimi hava karardıktan sonraya alıyorum ki yolda sırtında gitarla görünmeyeyim. En azından diyorum şu klasik gitar geçsin elektroya geçince söylerim hepsine. Gülpembe’ nin arpejlerini öğrendim ilk. Kuzenim bizde ‘ağbi’ dedi ‘gitara başlamışsın, çalsana bişeyler’. Şarkının sözlerini söylemeden çaldım. ‘ bu gülpembe mi ağbi?’ dedi. Hiç unutmam. İlk konserimde hüsrana uğramıştım. Halbuki yine gayet güzel çalıyordum.

Lise 1’in sonları okulda meğerse davul çalan yakın bir arkadaşım varmış, o da benim gibi saklıyor davul çaldığını. Neyse bir şekilde kader ağlarını ördü daha sonra bir araya eldik ve 6 seneye yakın aynı grupta çaldık söyledik. Tabi bu arada sertleşmişiz heavy metale thrash metale evrilmişiz. Metallicalar Megadethler Iron Maidenlar falan çalmışız. Sert çocuklarız. Hız, teknik, gürültü bizim için her şey demek. Çalıyoruız biz bu gitarı.

Üniversite yıllarında da bir şekilde sürdürmeye çalıştık grubu, kendi çapımızda 3-5 konser verdik falan. Ama 4ümüz 4 farklı şehirdeyiz. Değişiyoruz, dönüşüyoruz, gelişiyoruz. Sevdiğimiz şeyleri sevmez oluyoruz. Böyle bir süreçte fark ettim artık kafamın metal kaldırmadığını. Rocknroll ya da reggea daha cazip geliyor nedense artık.

İşte tam o dönem öyle bir kuyruklu yıldız çarptı ki dünyama. Daha önce böyle çarpılmamıştım ben. Blues.

Aslında her konuda atıp tutabilen, fikir yürütebilen bir yapım vardır. Ama bir şeyi sevince onun dibini sonuna kadar kazarım. Bu durum mesela alkol sevgimin sonucu olarak henüz 19 yaşımda kendi şarabımı yapmama kadar gidebilir. Müzik de öyle.



Araladığım bu kapının bambaşka bir dünya olduğunun farkındaydım. Aslında içten içe bir gün bunun da eskisi kadar zevk vermeme ihtimali olduğunu bildiğim halde kendime engel olamıyordum. Her yeni müzisyen bir yenisine ulaştırıyordu beni. Ben de her yeni olanı etrafıma dinletiyordum. Michelangelo’nun Ademin Yaratılışı tablosundaki gibi tanrı(lar)dan titreşimi alıyordum ve hemen en yakınımdakine iletiyordum. Adem iletemiyordu. Çünkü o yalnızdı.

Muddy Waters, BB King, Buddy Guy, Albert King, Freddie King, Albert Collins ve daha niceleri. Çok kısa bir süre içerisinde hepsinden payıma düşen titreşimleri aldım. Çoğu dedemden yaşlıydı. Ve ben iki dedemi de görmemiştim. Ama bu babaları görüyordum. Ve üstelik dedem değil arkadaşımdılar sanki.

Hepsinin yeri bende ayrıdır. Ama biri vardı ki kendisi bana hayatımda yediğim tokatlardan en sağlamlarından birini atmıştı. Onun parmaklarından fışkıran şeyi dinleyene kadar sadece kendimi değil başkalarını da gitar çalıyor zannetmişim. BB King.

Blues Boy Tune (All Over Again) ilk 5 notası sanıyorum benim hayatımda aldığım en ağır darbedir. O ilk 5 nota ve daha sonrasında akan notalar bana yıllardır bildiğim herşeyin aslında ne kadar yanlış olduğunu göstermişti. Sert ve ağır olmak demek gerçekten sert ve ağır olmak demek değilmiş.

Sonra yine aynı şey oldu. Oku oku oku, dinle dinle dinle. BB King ve blues hakkında ne var ne yok araştır.

Sadece müziğiyle değil karakteriyle de diğer bir çok müzisyenden ayrılıyordu BB. Alkol ve sigara içmiyordu mesela ama obezdi. 2 kere evlenmiş ve (bilinen) 15 çocuğu vardı fakat bu 15 çocuğun hiçbiri o iki evlilikten değildi. İyi bir hristiyandı. Süslü ve renkli de dursa çok mütevazi ve alçak gönüllüydü. Mesela bir roprtajında ‘John Lennon bir şarkısında benim adımı söylediği için koltuktan düşüyordum’ diyordu. Halbuki hemen hemen bütün rocnkroll camiasını on yıllar boyunca derinden etkilemişti.

Bir çok sanat severe göre dünya üzerindeki en temiz tuşeye sahip kişiydi. Hatta bir diğer büyük üstad Buddy Guy küçükken gitar çalarken babasının gelip ‘BB King mi olmak istiyorsun? BB olmak istiyorsan asla hata yapmamalısın’ dediğini söylemiştir. Ama ‘ben hata yaparım, ben Buddy Guy’ım o BB King’ diye de eklemiştir.

Bu tuşe nereden geliyor? Çalışmak ile elde edilecek bir şey midir? Yoksa alevler içindeki bir binaya sırf gitarını kurtarabilmek için dalabilecek kadar büyük bir yürek sahibi olmaktan mı geliyor?

Teknolojinin bizim kuşağa kazandırdığı en büyük avantaj istediğimiz şeye istediğimiz anda ulaşabilmemiz. Eğer 70’lerde yaşayan birisi olsaydım büyük ihtimal BB’yi hiç tanımayacaktım. Ya da tanısam bile küllüyatını dinleme ihtimalim çok çok az olacaktı. Dinlediğim yüzlerce BB şarkısı içerisinde fark ettiğim bir şey daha var o da mesela gitarının da vokalinin de 90 yaşında bile gelişmekte olduğu. Bu da çoğu sanatçının başarabileceği bir durum değildir. Vokali hep daha gür, tuşesi hep daha temizdi sanki.



Aslında kendilerini 80 yaşından sonra tanıdığım için ölmeleri durumuna kendimi bir şekilde alıştırdım. Ölüm üzerine de düşündüm ve en sonunda ölümün bizim gibi sıradan ölümlüler için olduğuna karar verdim. Yıldızların bile öldüğü bir evrende tabi ki ölüm var. Ama hayat bu kadar parlak ışıldayan yıldızlara bizden çok daha uzun var. Ve o kadar eminim ki bütün devletlerden, bütün ekonomik doktrinlerden daha uzun yaşayacak BB.

Blues sadedir, 12 ölçüdür, 3 akordur. Ve bütün blues şarkıları aslında birbirinin aynısıdır, 1 şarkıdır. Fakat insan faktörü işin içine girince koskocaman ve rengarenk bir yelpazeye dönüşüyor. Aynı şarkının bile 15 farklı yorumu olabiliyor. BB de bu yelpaze içinde en hayati kanatlardan birisini teşkil etti, yeni kanatlara ilham verdi, onları cesaretlendirdi. Bu binlerce dalı olan ve masmavi gökyüzüne milyonlarca çiçek açan keder ağacımızın gövdesindeki en kalın yaş halkalarından birisi oldu.

Yıllar önce bluesa güzelleme yaptığım bir yazıda ‘nereye gideceğini bilerek çıktığın fakat vardığın yere her zaman şaşırabildiğin bir yolculuktur blues’ demiştim. Kim derdi ki anavatanı afrikadan koparılmış binlerce esirin toprak ağalarının mısır ve pamuk tarlalarında zorla çalıştırılırken söyledikleri acı türküleri dünyanın hemen hemen bütün müzik tarzlarını etkileyecek, üzerlerine kitaplar yazılacak, araştırmalar, filmler çekilecek. Ben bugün burada o mısır ve pamuk tarlalarında doğan çığlığı anlatırken modern köleliğimin sebebi teknolojik aygıtları kullanacağım. Hatta zamanında sırtımda gitarla görmelerini istemediğim arkadaşlarımla çok blues şarkısı paylaştığım için lakabım Bibi kalacak. Ya da mesela çocuklarım çocuklarıma anlatacak, dinletecek.

Yaşayacak BB, Muddy gibi, Freddie gibi Robert Johnson gibi. Yüzlerce yıl sonra bile ışık saçacak, ilham verecek. Biz olacak mıyız? Bilemeyiz. Ama en azından bugün buradayken bu gürül gürül akan ırmaktan kana kana içelim dostlar. Belki de yarın yoktur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

durma yolcu okumaya devam et