6 Temmuz 2009 Pazartesi

50 Yıl Sonra Aynı Yerde

Çimlerin üzerinden ağır adımlarla geçerek deniz kenarına kadar yürüdü. Arkasında bıraktığı koca bir ömür, omuzlarında birikmiş yüzlerce anı, bu deniz, bu kayalık bu kaçıp kaçıp geri dönme içgüdüsü… Ne kendisinden, ne yaşadıklarından ne de bu şehirden kaçabiliyordu. Aslında öyle bir amacı da yoktu. Hayat ona başka bir seçenek de bırakmamıştı. Geriye bir tek o kalmıştı ve artık kaçmak yaşattığı bütün insanlara ihanet etmek gibi olacaktı.

Gözleri pek iyi görmüyordu artık aslında ama denizin öte yanındaki büyük şehrin ışıklarını ezbere biliyordu bu kayalıklarda bira içmeye başladığından beri. Yanında, karısının ölmeden bir yıl önce, otuzuncu evlilik yıldönümlerinde hediye ettiği köpeği oturuyordu. Kafasını okşayarak ‘’sizin yaş hesabına göre artık yaşıt sayılırız be ‘Aga’. İşte şimdi isminin hakkını veriyorsun’’ dedi. Bütün bir çocukluğun ve gençliğin özeti olabilecek bir kelimeydi. Köpek sanki bunun ağırlığını hissediyormuş gibi, konuştuğunda her zaman sahibinin yüzüne bakmasına rağmen bu sefer bakmıyordu.

Adam elindeki biradan bir yudum aldı, Aga’nın gözleri karşıya bakıyordu, denizin öte yanındaki şehrin ışıklarına. Adam da öte şehrin ışıklarına daldı. Işıklar yanıyor, ışıklar sönüyordu. Karşıda yaşanan milyonlarca hayat vardı. Aralarından bir ışığa dikkatlice baktı adam. Sevdi ışığı. Ama ışık sanki uzaklaşıyordu ondan. Şehrin ışıkları arasına karışıyordu git gide, diğer ışıklardan bir farkı kalmıyordu sanki. Adam işte, yaşlıydı ya gözleri iyi görmüyordu artık. Bir birayla kafası güzel oluyordu ya da artık. Ama yok yok onun kafasını güzel yapan başka şeyler vardı.

Öte şehrin ışıklarını izlerken gözleri dolmuştu, Aga kafasını adamın dizine dayadı sessizce. Gözleri yaşardıkça ışıklar boyut değiştiriyor, yeni anlamlar kazanıyordu. Tam bu sırada öte şehrin bir yerinde havayi fişekler atılıyordu. O an sanki adamın iç dünyasında kopan fırtınanın yansımasıydı. ‘’belki’’ dedi, ‘’belki eski bir dostun çocuğunun düğünüdür, hatta belki de torununun …’’ belki de çok uzun yıllardır görüşmediği bir dostuydu o. Kimse bilemezdi. Çünkü bilecek kişiler artık yoktu.

Gözlerini kapadığında elli yaş gençleşiyor ilk gençlik yıllarına dönüyordu. Yaşlanmıştı ya gözleri kapalıyken daha iyi görüyordu. Zaten insan gözlerini neden kapatırdı ki, her şeyi daha iyi görmek için değil mi? Görecek bir şey kalmadıysa gördüklerini hatırlamak çoğu zaman daha iyi hissettiriyordu ona.

Gözlerini kapadığında dostları yanındaydı, henüz hatalar yapılmamıştı, yapılsa da kabul ediliyordu henüz. Araya yollar, yıllar girmemişti. Belki hayatla tanışılmamıştı, parayla tanışılmıştı belki ama para kazanma hırsıyla tanışılmamıştı daha, ekmek tam ortadan bölüşülüyordu şarap aynı şişeden içiliyordu, sigarayı bağlıyorlardı azalmaya başladığında.’’ İşte’’ dedi ‘’oradasınız, benimlesiniz hala, ne kadar gitmek isteseniz de,ne kadar göndermek istesem de ordasınız ulan’’

Yıllarca en yakın dostlarına en erken kendisinin öleceğini söylüyordu ama kader en sona onu bırakmıştı. Bütün sevdikleri giderken bir yandan git gide yalnızlaşıyor bir yandan da git gide kalabalıklaşıyordu. Gözleri açıkken göremiyordu belki artık ama kapadığında seslerini duyabiliyordu. Bütün sitemleri, küfürleri, şakaları, tezahuratları, şarkıları türküleri, bütün o rakı sofrasındaki muhabbetleri, biraz daha gençlik yıllarından kalma bütün o kayalıklardaki, manzaralı tepelerdeki muhabbetleri duyabiliyordu. Güzel günleri hatırladıkça gülümseyebiliyordu hala ama o hatalar da peşini bir türlü bırakmıyordu. Sade kendi hataları da değil elbet diğerlerininkiler de. ‘’ Ulan’’ dedi ‘’tamam aramız hiçbir zaman iyi olmadı ama sırf bu yalnızlığı tattırmak için mi tutuyorsun beni hala burada? Biliyorum sen daha yalnızsın üstelik senin kankan falan da yok, sonuçta emir komuta zincirinin tepesindesin, ama anlamadığım bir şey var; madem her şeye gücün yetiyor, hangi azaptan geçerek tanrı oldun?’’

Azap vardı artık, cehennem azabı değildi yalnız, bu azap başka türlü bir azaptı. Bütün bir ömrün çetelesini tutmaya başlamıştı kafasında. Öte tarafa gönderdiği bütün sevdiklerinin parçaları içinde birikiyordu sanki. Her bir zerre için bir kere daha fazla çalışıyordu kafası. Belki de ömrü boyunca hiç düşünmediği, düşünmeye fırsatının olmadığı ya da düşünmeyi ertelediği şeyleri düşünmesi için en sona o kalmıştı. Şimdi hepsinin yerine düşünecekti her şeyi çok da dürüstçe. Belki de azap çeken fakat adaletli olması gereken bir tanrı olmaktı amacı. Zaten tanrı olmaya çalışmayacaksan inanmanın ne anlamı vardı? İnanç aslında güvenmek değil miydi?

Gözlerini açtığında tekrar yetmiş iki yaşında olduğunu anlayınca şaşırdı, oysa demin daha yirmi ikiydi. ‘’Hayat işte, boşuna demiyorlardı bize ‘gözünü bir açmışsın geçmiş olacak’ diye’’. Ama bu göz açıp kapamanın tek taraflı ve tek boyutlu olmadığını da fark etti. Evet hayatı göz açıp kapayana kadar geçmişti belki ama bugün de gözlerini kapadığında eskiye dönebiliyordu.

Gençliğinde yaptığı gibi yaz boyunca her gece o deniz kenarındaki kayalıklara indi. Eskisi gibi içemiyordu tabi ama bir bira mutlaka alıyordu. Asıl önemli olan farksa eskiden sevdikleri yanındaydı, şimdiyse içinde yaşatmak zorundaydı onları. Ve bir de tabi bütün bir gençliğin özeti olan ‘Aga’ yanındaydı, aslında onunla dertleşiyordu iç dünyasındaki kişilerle konuşurken.

O yaz kendisiyle ve içindeki dostlarıyla adam akıllı dertleştikten sonra yaşanan bunca ömrün son kırıntısının kendisi olduğunu fark etti ve en sona belki de bu yüzden kaldığını düşündü. Yaşananlar kainatın anlamsızlığı içinde kaybolmamalıydı. Hayatının yeni amacı buydu. Gözlerini kapadı. Dostları oradaydı. Yollarının kötü ayrıldıkları da oradaydı, son nefesine kadar ayrılmadıkları da. Hayat bu işte hepsini seviyordu. Kötüleri hatırlamıyordu. Belki de hatırlamak ve hatırlatmak istemiyordu. Dünyadan kopardığı o kadar kahkahanın, o kadar göz yaşının, o kadar şarkının, şiirin, o kadar sevginin, o kadar nefretin ödemesini yapmanın zamanıydı. Dünyadan aldıklarını tekrar yerine koymalıydı ki, başkaları da bu gürül gürül akan hayat ırmağından testisini doldurabilsin.

Kalemi ve dili artık çok daha kalabalıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

durma yolcu okumaya devam et