21 Şubat 2010 Pazar

sanki biri var gibi

kesik kesik bakışları can sıkıntısından değil, rutinleşmeye doğru atılmış ufak adımların birer somut blirtisiydi aslında. göz kapakları daha fazla dayanamamış bu çirkin görüntüler silsilesine bir dur deyiş için her seferinde yer çekimiyle beraber hareket etme çabasındaydı. her zaman umut vardı içinde, son bir kez daha açmalıydı gözlerini kimi zaman toz kimi zaman ise mor pembe olan bu hayata. her direniş biraz daha uzaklaştırıyordu kendinden kendini, daha bir nefretkar bakıyordu iradesiz bünyesine, içten içe kendine bayramlık ağzını açıp bir güzel boydan başlıyordu saydırmaya.

hayaldi belki de o kimbilir. ama görmüştü onu cesaret edememiş yanaşamamıştı. şizofren yapısının türetmiş olduğu çoğu insandan daha gerçek bir soyuttu belki de. ama istemişti onu, hayali ile günler geçirmişti. kimdi, neredeydi, adı neydi, kimin nesiydi?.. soru işaretleri bol, ünlemler ise can actıcıydı. kim bilir belki yine kesişirdi yolları. aradı çoğu zaman onu uçsuz bucaksız kent sokaklarında. içsel dünyanın ufak bir kasabası olamayacak bir kentte dahi bu denli kovalamacaya girip iz bulamaması şaşırttı onu. umut? sorguladı bir daha. alınan cevaplar tatmin edici değildi, ama inancını kaybetmeyi istemiyordu bir kez daha. neden boldu yitirilmeye, kendini kuramacalar içinde yitirmeye.

gece kurulan hayallerin ardı arkası kesilmeyince oyuna dalmıştı tanrının kendi olduğu dünyasında. gece bitmek bilmedi, olaylar biribiri ile ilişkili, az da olsa alengirliydi. öğlene doğru kalkmış, yaptığı duşun ardından buğulanmış aynanın üzerine aynı 3 harfi yerlerini değiştirerek yazmıştı. alalacele evden çıktı, vapuru yakaladı aynı insanlarla aynı dialogları yaşayarak. üst güvertede, sağ çaprazda yalan bir gülümseme tadında ki kış güneşini sırtına alarak devam ediyordu eşsiz boğaz renginde ufak yolculuğuna. iskeleye yanaşmak üzere olan vapurun "açılın ulen ben geldim" dercesine çaldığı o dırı vırı ile ufuk çizgisinde ki seksekten çıkıp iskele kenarından ortaköy yönüne yürüyen Onu gördü. hoş bir gülümseme eşliğinde el sallıyordu, yüzünde ki tebessüm kış güneşi tadındaydı geç anladı. insanlara çarparak koştu, kimi ağır laflar işitti umrunda değildi. daha halatlar atılmamış, isekele görevlesi uzun beyaz saçlı abi eldivenlerini dahi yeni takıyordu. "hop" deli misin birader sesleri içinde "ah yaızk düşmese bari" gibi iyi dilekler ile zıplayıp atı verdi kendini iskelenin üzerine sendeledi ama düşmedi. koştu gördüğü o yere, kimsecikler yoktu yaşlı mendil alın amcadan başka.

umutlar tükenmemiş, daha bi yeşil hal almıştı kurumaya yüz tutmuş kimi hoş duygular. türk sanat musikis tadında yaşadığı kimine göre kandırmaca olsa da kendi inanmıştı bir kez. mutlu, umutluydu.

17 Şubat 2010 Çarşamba

buyurdular büyüdük

-bu hikaye bişey adamın hikayesi değildir, ama bişey adamdan daha 'bişey' daha 'adam' bi bişey adamın hikayesidir.-

yazı gelir; ıslıkla çalınan bir türkü gibi dudaklara, bir kaç damla yaş gibi yanaklara... çoğu zaman o kadar anidir, rahatlatıcıdır; ama bekliyorsa eğer yazı, bilin ki çok tehlikelidir. bir fotoğraf, bir haber, bir ileti bekliyordur büyüttüğü acısına başlık olması için. ve kelimelere dökülmediyse de o yazı çoktan yazılmaya başlanılmıştır.

bir ilişkiyi içindekiler hızlı ya da yavaş bir şekilde tüketirler, bazı şeylerin anlamı kalmaz karşılıklı olarak ama dışardan sürekli ümitle dua eden birisi o kadar kolay tüketemez içindeki düğünü, düğünde çalacak şarkıyı, en güzel hediyeyi, boy boy mutlulukları, asla doğmayacak olan yeğenlerini...

bazı şarkılar vardır dostlar, artık dinlenemez, bazı kıyafetler vardır artık giyilemez, bazı mekanlar vardır artık gidilemez, bazı yürekler vardır artık dokunulamaz; bazı eller, bazı saçlar bazı dudaklar kadar uzaktır artık. vuslat tekrar dönmek üzere bir ada vapuruna binmiş, fakat asla geri dönmemek üzere ufkun arkasındaki küçük sahil kasabasına doğru devam etmiştir çünkü.

kırık kalbini onarmak için 'bişey adam' dan yanlış öneriler alan 'daha bişey adam' suçsuzdur. çoğu zaman bir yanlışı düzeltmek için çok daha büyük ve telafisi olmayan yanlışlar yapılır ve büyümek bundan başka bişey değildir aslında.

küçüktün, mutluydun sonra o geldi daha mutlu oldun. hiç gitmeyecekmiş gibi yaşadın mutluluğu, sınırlarını zorladın. ondan sonra elinde kalan sadece sınırları sonuna kadar zorlanmış bir boşluktu. dolacak mıydı? soru komikti, ama cevap o şarkıdaki gibi ömür uzatan değil ömür kısaltan bir cevaptı.

amacımız yaraları deşmek değil, kendi iç huzursuzluğumuza bir ilaç aramaktı sadece. ama büyümek bize sunulmuş bir seçenek değildi ki, buyurdular büyüdük, büyüdüler yazdık.

durma yolcu okumaya devam et