22 Mart 2010 Pazartesi

Asker Lügatı :)

Torun tombalaklar ; Bir gün hepinizin yaşayacağı bu talihsiz hadisenin (askerliğin) bir diğer tanımlamasıyla suç işlemeden mahkum olmanın! (kimileri hadiseden tamamen habersiz bu işe vatan borcu dese de bireysel olarak, en azından tsk'nın çavuşu olarak bunu şiddetle reddediyorum! aksine ülke sevginiz, milliyetçi bi tarafınız varsa artık yok.) kendine özgü muazzam bir dili var , kardeşiniz topçu çavuş ; Emre Parçal olarak buraya geldiğinizde yabancılık çekmemeniz için sizlere öğrendiğim kadarıyla bazı dialogları ve kelimeleri yazmaya çalışacağım dikkatle okuyun ve tekrar edin.. İHTİYACINIZ OLACAK !
  1. Yarrrrrrrrraaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaam !!!
  2. Topraaaaaaaaaaaam !
  3. Torun
  4. Dede
  5. Borsacı var mı ? ( komutanlar sorar )
  6. İddaa oynayan var mı ? ( Uzmanlar sorar )
  7. İştimaya Boşalt !!
  8. Benimle mi bot bağladın ?
  9. Zoruna gitmesin torun atarsa 54
  10. Zoruna gidenin borusuna gitsin
  11. _Torun torun geceler uzun , ötmez borun öterse borun .mına korum..
  12. Ben mi yapiyim ?
  13. Şafak demiş comolokko ( john travolta , coni moni )
  14. Alt devre boktur konuşmaya hakkı yoktur.
  15. Poşetler ( kısa dönemlere )
  16. Sik kafalı Japon askeri
  17. Yat, kalk, sürün,
  18. Koğuş kaaaaaaaaaalk
  19. Devrem
  20. 1 devre ; Kral devre
  21. 2 devre ; Mis devre
  22. 3 devre ; Piç devre
  23. 4 devre ; Göt devre
  24. Sana 60 gün borum var ! (önce çıkıcak olan üst devre)
  25. İstikamet solunuz , istikamet sağınız dağıl marş marş..
  26. Şafak demiş ; dale don dale ben mi yapiyim ?
  27. Gayrısız iştima (herkes katılcak)
  28. Üniversite bitirdiniz adam mı oldunuz aq (kısa dönemlere)
  29. Askerliği götten yedin aq !
  30. Namlu mazgala
  31. Atım yatağını kontrol et
  32. Mal topçu ( sınıfı topçu olan askerler için )
  33. En uzun namlu bizde komando yürüyüş kararı sayılacak saayyyy !!
  34. Sikik (er ve erbaşlara)
  35. Yardırgah (karargah bölükleri için söylenir örnek : alay yardırgah)
  36. _Şafak kaç torun ;_395 ohaaaaaaa aq adam mı öldürdün aq !
  37. _Alt devre isyan eder biter mi lan bu askerlik en üst devre gülümseyerek ; bitmeeeeeez..
  38. Atarsa 99 başka yok
  39. Ya adam gibi bağırırsınız, yada sizi orospu gibi sikerim.
  40. Entellektüel birikime sahip arkadaşlarımızda geldiler :) (yüzbaşından kısa dönemlere)
  41. _Bilkenti bitirince ingilizcen süper mi oluyo demek aq ! (yüzbaşı sinir yapar)
  42. Basiretsiz çavuşlar (yüzbaşından kısa dönemlere)
  43. Bu şafaktan sonra sikimde olmaz kalk yap torun
  44. .mına kodumun yazıcısı yine 3-5 nöbet kitlemiş.
  45. Şafak sıkıştırıyo..
  46. .ikimde olmaz...
  47. _Bi şafak patlatda taşşaklarım serinlesin !! _345 ohhhhhhhhhhhhh
  48. _Senin şafağın yetiyomu lan benden şafak almaya yarrraaaaaaaaaaaaam
  49. Ses kes şafak dinle ; Atarsa bursa !
  50. _Askerliğin çok lan ! benim oğlan sana yetişir
  51. _Götün başın oynamasın alt devre
  52. Yarramın kırma kolu !
  53. _Sizden bi bok olmaz (uzun dönemlere komutan)
  54. _Çay varmı ismail abi _yarraaaaak var aq bitmedi çayınız
  55. _Abi nöbete gidicem _Sence sikimde olur mu olmaaaaaaaz
  56. Biletim
  57. Babanın bıyığımı bunlar aq (onbaşı , cavuş rütbeleri gösterilerek)
  58. Sizin gibi 4 tane gördüm sizde askerlik mi yapıyosunuz (uzundan kısaya serzeniş)
  59. Atarsa ekime kadar ... atmazsa sikime kadar!
  60. _Gazinocu ; beyleeeeer sessizzzzzzzzzz sessizzzzzzzzzzzzzz
  61. _Vukuatı olan var mı ?
  62. Devrem bi sigara versene _ al aq al senden kurtulamadım seni gibi devreyi sikiim
  63. _Doçent olmuş beyin yok aq sikiim öle doçenti :) (uzman)
  64. Tanrımıza hamd olsunnnnn milletimiz var olsuuunnnn _ Afiyet olsun ; Saol
  65. Botumu çalanın anasını avradını sikiyim!!! diş macunumu, boyamı, palaskamı vb...

Son olarak DOĞAN GÜNEŞ dersiniz ve bu iş biter 54 gün sonra benimde diyeceğim gibi. Bu konuşma dilini sadece üzerinizde kamuflajlar varken yapabilirsiniz, onun dışında bi geçerliliği yok olmasına da gerek yok zaten !! askerde bunlar gibi ve çok daha fazlası kelimeler, cümleler duyacaksınız ve siz de bu şekilde konuşacaksınız buna hemen hemen mecbursunuz yukarıda yazdığım parantez içinde kalın yazıyla yazdığım cümleyi de geldiğimde size geniş biçimde anlatıcam içi fazlasıyla dolu bi cümleydi o. Hadi torun tombalaklar gelin de şafağımız aydınlansın... atarsa 53 olmuş bak zorunuza gitmesin...

15 Mart 2010 Pazartesi

you can't lose what you ain't never had

şarkılar çoğu zaman pusuya yatmış senin hayattan düşmeni beklemektedirler bunu biliyorsun değil mi çocuk? tetiği çeken kim olursa olsun genelde kalbine saplanan kurşun blues olur, bunu da öğrenmiştin çocuk. ama bilmek nedir ki çocuk, bilmek nedir?

hani sen yanlış olduğunu bildiğin halde aynı hatayı bir çok kez tekrarlamıştın ya çocuk, hani girmeyi beceremediğin kalbi tekrar tekrar kırmıştın ya, sen yatağa oturmuştun, o kapının önünden iyi geceler deyip geçmişti ya hani gözlerinin içine bakmadan onu da hatırlıyorsun değil mi?

cem karaca söylemeye başlamıştı ya birden 'oturmuşum yatağa, ben beni düşünürüm, kapı baht kapısı, bahtımın kapısı kapalı' ağzını kapatmıştın sesini duymasınlar diye, ama söyleyen sen değildin ki çocuk. 'karanlığın rengini bilmem, aydınlık ne demek? mutlu olmak sevmekse, sevmek aydınlık demek' ah be çocuk ağzını kapattın ama gözlerini nasıl kapatıcaksın? oluk oluk konuşuyordu gözlerin. 'dışarda kar yağsa hissederim görmem, ayak sesin uzakta, koklarım duymam ahhhh' fuları ellerindeydi ya çocuk, ellerin yüzüne kapanmıştı, kokusu son bir kez içindeydi ya senin hani onu da hatırladın değil mi?

'bir köşeye savrulmuş buruş buruş ceketim, sensiz ellerim üşür içerimde kar yağar, sensiz ellerim üşür içerimde kar yağar, sensiz ellerim üşür içerimde kar yağar'

suratını yastığa kapamıştın kusarcasına ağlamıştın çocuk. o şarkının adını sen koymamıştın çocuk, o da koymamıştı, üstelik cem karaca da koymamıştı. 'adsız' dı. hani sen biliyordun o şarkıyı çocuk? hatalarının hata olduğunu bildiğin kadar biliyordun. bilmek nedir çocuk bir daha soruyorum şimdi.

sabahları kalkmak geceleri yatmaktan çok daha kolay olacaktı artık senin için. sabahları itekleyen bir şeyler oluyordu illaki seni; kuş sesleri, böcek sesleri, çiçekler, bir de neydi? mmmmm evet evet bir de güneş vardı sabahları. perdeler ne kadar güzel olursa olsun aslolan güneşti değil mi çocuk. sen dünyanı aydınlatacak o kocaman gözlerle arandaki perdeleri aralamak istiyordun sadece ama o sıkı sıkıya tutunmuştu perdelerine çocuk. dokunamadın elin yandı çocuk, boğuldun gözlerinde. sen kendine masallardaki çirkin devi rol model seçmiştin, gözleri senden büyüktü çocuk, yapamadın işte kabul et.

boğazında düğümlenmiş yumruğun verdiği acıyı biliyorum, kalbine oturan ve git gide büyüyen o taşın verdiği huzursuzluğu biliyorum, seni kıvrandıran bu karın ağrısını biliyorum çocuk. şimdi sen bana sor; bilmek ne demek de. işte o kadar biliyorum.

sen bir köşe başında durmuş gitar çalıyordun, şarkılar söylüyordun. durup seni izlemişti, durup onu izlemiştin, pek çok notaya, pek çok kelimeye sebep olmuştu. hadi işte vefasızlık etme beslenmiştin sen de ondan. hayat sizin yollarınızı bir daha kesiştirmeyecek, kesiştirse bile farklı bir şey olmayacak çocuk. sen söyleyeceksin o söyletecek, o söyletecek sen söyleyeceksin. mutlu ol bununla.

ama üzerine gelmiyorum çocuk yanlış anlama beni. 'hayata tutundum ben' dedin bir kere sen, 'zor oldu ama tutundum'. bu sefer yalan değildi gerçekten tutunmuştun. düştüğün kuyudan çık artık be çocuk. bir kız sana ip atmıştı hani, sen o ipe sıkı sıkıya tutunmuştun, çıkması sana kalmıştı unutma. sen o ipe tutunmuştun biliyorum, sadece o kadar karanlıktı ki ipi atanı görememiştin. daha önce de düşmüştün çocuk, bu en kötüsüydü tamam ama güçlenmiştin sen de.

hani sen 'bişey adam' olmadan çok önce 'o çocuk' tun hatırla lütfen artık ve güçlen.

sen o akşam orada bir daha asla kazanamamak üzere kaybettin onu çocuk. üstelik muddy waters haklıydı, ama bu hikayenin başlığı çok önceden atılmıştı, sonunu biliyordun sen.

bilmek?

14 Mart 2010 Pazar

İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Güzelim İstanbuluma dört senedir misafirim, Yalovalı olduğumdan da pek yabancısı sayılmam aslında, arada uğrayıp çayını kahvesini içmişliğim çokçadır. Küçükken teyzemle gelirdim hep, sanat tarihi okurdu Hacettepe Üniversitesi’ nde, hastasıydı müzelerin, camilerin, eski olan, sanat kokan herşeyin. O yaşlarda İstanbul’ un kucağına düşmek, küçük adımlarımla hayran hayran etrafımı izlerken teyzemin anlattıklarını dinlemek gerçek hayatta masal kahramanı olmanın ayrıcalığını yaşatırdı bana. Sonra ben büyüdüm, teyzem bölümünü birincilikle bitirip yüksek lisansa başladı, bitiremeden bıraktı, sınıf öğretmeni oldu, evlendi…Şimdi iki tane kuzenim var, teyzemse masallarımdaki yerini savıp, gerçek hayatın verdiği telaşa döndürdü yüzünü…

Bunları neden mi anlattım…Çünkü seneler sonra, 23 yaşında üniversite 3.sınıfta okuyan adam, tekrar masal kahramanı olup çıktı bir cumartesi günü…Daha önce defalarca gittiğim Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı civarında bir yerdi tarif edilen, adını duymuş ama yüzünü görmemiştim; İstanbul Arkeoloji Müzeleri…

Mimarlıkta okuyan ev arkadaşımla beraber fotograf makinemi boynuma takıp gitmiştik, girişte hocamın da tavsiye ettiği “müze müze gezdiren kart: müze kart” ımızı da alıp, kocaman avludan içeri adımımızı attık…Dürüst olmak gerekirse İstanbul’ da hiçbir sanat eserinin, tarihi mekanın, beni Ayasofya Müzesi kadar etkileyeceği aklımın ucundan geçmezdi, ta ki müzeden çıkana kadar...

İstanbul Arkeoloji Müzeleri; Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç ayrı müzeden oluşmaktaydı. Yaklaşık üç saatlik vaktimiz vardı, hepsini gezebileceğimizi zannederek ilk olarak Arkeoloji Müzesi’ ne girdik…Girişte sağ ve sol olmak üzere iki yola ayrılıyor müze, biz tercihimizi sağ taraftan yana kullanıyoruz…Arkaik, Helenistik, Klasik Dönem ve Roma Dönemi tasvirleriyle dolu herbir yanımız…Gerçekten girişinden itibaren bambaşka bir havası var Arkeoloji Müzesi’ nin, isteseniz de istemeseniz de kendinizi o atmosfere kaptırıp bambaşka mekanlarda, zamanlarda yaşadığınızı düşler halde buluyorsunuz kendinizi...Gitmeden önce yaptığım kısa araştırmada da öğrendiğime göre 19.yy’ da ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından “müze olarak kullanılmak üzere” inşa edilen bir bina Arkeoloji Müzesi, bu sebepten içerideki koleksiyon dışında kendisi de ayrı güzellikte bir ambiansa sahip bu yapının. Karşınızda tüm estetiğiyle dimdik duran, İ.Ö 5.yy’ a ait Athena Heykeli…Biraz ilerisinde kitaplardan okuduğum, filmlerden gördüğüm, çok sevdiğim BabaZula adlı müzik grubunun sıklıkla dinlediğim şarkısına ismini ve hikayesini veren Büyük İskender…Sıradan, alışılagelmiş değil, “gerçekten” bir heyecan dalgası yükseliyor içimde. Herşeye uzun uzun bakmak, bütün hikayesini okumak, kendimi o dönemde yaşıyor gibi uzun uzun düşünüp hayaller kurmak istiyorum…Yine müze çıkışında anlıyorum ki tam manasıyla istediğim gibi gezebilmem için 4-5 günümü orada geçirmem lazım…Fotoğraflar çekerek yürüyoruz arkadaşımla…İmparator Hadrianus nedense ürkütüyor biraz beni, haşmetli duruşuna diyecek söz bulamıyorum, üzülüyorum da aslında düşününce. Türkiye’ de İmparator sıfatının tamlamasını oluşturan isim için 5 kişiden ikisi Fatih Terim, ikisi İbrahim Tatlıses diyecek. Geri kalan %20 ancak gerçek bir imparator ismi söyleyebilir herhalde bana…Ozan Sappho’ nun başına da uzun uzun bakıp fotoğrafını çektikten sonra Nehir tanrısı Okeanos’ u görüyoruz. Birkaç saniye algıda sekme yaşadıktan sonra ; “aaa okyanus yahu!” diyerek kendimize gülüyoruz…Kısa bir dönem için ülkemize misafir gelen ve bu süre içinde müzenin en kıymetlisi olan eserle karşı karşıyayız; klasik yunan sanatının en iyi örneklerinden biri olan İ.Ö 480 - 440 yılları arasında yaşamış olan heykeltraş Myron tarafından yapılmış olan bronz heykel ‘discobolos’ un (disk atan adam) Romalılar tarafından yapılmış kopyası. Öğrendiğimize göre orijinaline ne olduğu bilinmiyormuş ve orijinal bronz heykelde disk atan adam geriye(diske doğru) bakıyormuş, bizim karşımızda duran, önüne doğru bakan ve kafası sonradan gövdeye eklenen heykel…Yine de muhteşem tabi ki, vücudun anatomisi, atletik yapısı gerçekten inanılmaz…Bir an için boynuz kulağı geçmiş (Myron-Tanrı) demekten kendimi alamıyorum…Sağ koridordaki gezintimiz sonra eriyor, gerisin geriye dönüp bu sefer girişin solunda kalan koridora giriyoruz; Sidon Kral Nekropolü. Bu kısımdaki atmosfer bana sorarsanız daha etkileyici, belki öte dünyayı anımsatan lahidlerin karanlık salona süzülen spot ışıklar altındaki görüntüsünden, belki cam bölmede boylu boyuna uzanmış, saçı başı yerinde duran mumyadan…Bu kısımda İstanbul Arkeoloji Müzesi’ nin en kıymetli eserleri olan İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdi de bulunmakta. Lahidlerin üzerlerindeki tasvirler, kusursuz biçimleri, simetri ve bütünlükleriyle gerçekten inanılmazlar. Bu bölümden ayrıldıktan sonra sırasıyla Mezar Kültü, Sidamara Tipi Lahitler, Mezar Kültü, Palymira Mezar Odası, Prehistorik Çağda İstanbul, İstanbul’ da Yunan-Roma Çağı, İstanbul’ da Bizans Çağı ve Yenikapı’ da Marmaray Tünel İnşaatı amacıyla yapılan kazılarda bulunan eserlerin bulunduğu salonları gezerek dışarı çıkıyoruz.

Saat 16:40, müzelerin kapanmasına 5 dakika var ve tabanlarımız sızlıyor. O an alıyoruz İstanbul Arkeoloji Müzelerini gezmemiz için saatlere değil günlere ihtiyacımız olduğunu. Yola koyulmadan önce beş dakika dinlenmek için müze bahçesinde oturup birer sigara yakıyoruz, 2-3 dakikalık sessizlikten sonra birbirimize müzenin zenginliğinden ve topraklarımızda yeşeren kültürlerden ne kadar etkilendiğimizi itiraf ediyoruz; ama utanarak, neden daha önce gelmedik, neden şimdi haberimiz oldu diye kendimizi suçlayarak. Müzeden ayrılıp Sultanahmet Köftecisine uğruyoruz. Karnımızı doyurduktan tramvaya atlayıp eve dönüyoruz.

Bütün samimiyetimle söylüyorum; İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul’ a yolu düşen küçük büyük herkesin mutlaka görmesi, “farkına varması” gereken bir emanetimiz, zenginliğimiz. Kendi adıma en kısa zamanda tekrar yolumun düşeceğinden en ufak bir şüphem yok. Birkaç saatliğine de olsa bana hayaller kurduran, küçükken hissettiğim “masalsı, saf” heyecanı yıllar sonra tekrar hissetmemi sağlayan bu mekana beni yönlendiren, gezip görmeme vesile olan hocama çok teşekkür ediyorum. Umarım sizler de birkaç boş saatinizi bu müthiş mekanın koridorlarında dolanarak, aynı heyecanı hissederek yaşarsınız.

18:40
14/03/2010

12 Mart 2010 Cuma

Az Şekerli Yap Bize Koçum 2 Tane

yalan be dostum herşey yalan. gördüğün duyduğun yaşadığın hissettiğin herşey yalan. içinde bulunduğun vaziyet dahi yalan.cennet cehennem alayı... hatta sana net birşey söyleyeyim ben de yalanım ulan en az senin kadar. uğraşma çözemeyeceksin, yetmeyecek kapasiten analize. boşver sen oynamaya devam et. az daha, kıvırt oh bebeğim come on.
yalancıyım ben. türlü türlü yalanlarım ile kandırdım seni yıllar boyunca. harbi çocuk dedin arkamdan ama farkında değildin seni her defasında eşşek yerine koyup maytap geçtim senle. kimi zaman farkına varmak üzereydin ama inanmak istemedin çünkü mecbursun bana. benim attığım yalanlar daha cazip geldi sana o ufak dünyanda gerçek zannettiğin yanılsamalarla oyalanmak yerine. basiretsizin birisin yüzüne söylüyorum hala anlamıyorsun. aslında ben yoğum oğlum yoğum.

bayramlardan iğreniyorum yahu. ulan adını bilmediğin insanlara yalandan sıcak davranışlar silsilesi ile yanaşıp vere elini öpeyim demek ne kadar da aptalca. nerde o eski bayramlar canım.

vapurda yanıma orta yaşlı bi ablanın oturması ve ardından gidip kendine biskrem alıp bana ve karşımızda oturan insanlara "bi biskrem versem" şeklinde yanaşması beni tam manasıylan dumur etti. ardından karşı çaprazda ki abinin gençler çaylarınızda benden diyip bize zorla çay ısmarlaması... yine amcanın yanında ki minyon kız arkadaşların ay ne güzel yaaaaaaa diyerekten ortamı tanımlaması ve hep bir kahkahalar eşliğinde kadıköy iskelesine varmamız... pek bi güzeldi canım.

herkes leonidas olur ama ephialtes olmak zordur dostum.

fakültede bir adet aslan yürekli richard formatında kedimiz mevcut. mart ayında dahi garı gız kovalamak yerine, sesini soluğunu çıkartmadan muhabetlerimize eşlik edişi ne kadar içten samimi olduğunu bize kanıtladı. bakışlarında ki abazankoluktan ölümüne makinacıyız abi deyişini rahatlıkla okuyabiliyoruz. helal olsun sana makinanın yiğidosu.

volkan konak büyük adam.

kazım ismini neden incelterekten okuyoruz ki? dünyanın en çirkin ismi olmasının acaba bi etkisi var mıdır ki? önünde colin olsa daha isim kötü abi ister başına ister kıçına istediğiniz ismi koyun olmuo. maybe kazımcan...

daha önce ki yazılarımda da değindiğim beyaz kaka mı olur ulan? bu köpekler kediler nasıl bir anatomiye sahip be kardeşim?

şekil şemail açısından yazıma neden vedat özdemiroğlu gibi yaklaştım anlayamadım ama tamamen spontane.

daft punk hakkında olumsuz düşüncesi olan varsa hemen iki kulak memesini işaret parmaklarının ve baş parmaklarının tırnakları yordamıyla sıkıştırıp, "yarabbeeeeee affeyle" diyerekten 3 kez avazı çıktığı kadar bağırsın. ardından gusul alırken küvette küçük taheretini ayağına yapmak kaydıyla üzerinde ki büyüyü bozsun.

nasihat dinelemek ne kadar sıkıcı değil mi? evet dediğini duyar gibiyim hayta.

"ön koltukları harp malüllerine terk ediniz!" kimi özel halk otobüslerinde yazılı olaraktan bulunan çemkirik.

bugün allah için ne yaptın?

temizlik görevlisi engin abimiz mevcut fakültede. hayata onun baktığı pencereden bakabilmenin için 10 fırın pasta veya 25 kilo döner yiyip kakanızı yapmamış olmanız lazım.
kimi zaman onur ve namus bazı insanlar için herşeyin önünde gelir! helal olsun engin abi duruşunla, konuşmanla ne kadar beyefendi, içten bir insan olduğunu bize ispatlıyorsun. siyah beyaz geceler senin olsun abim.

aşk-ı memnu için geride bırakmış olduğumuz haftaların özetini yapmak gerekirse "bihter, nihal farketmez, behlül ..... affetmez."

tiyatro hocamızın bahar ayları yaklaşıyor cebinizde shakespeare'den bikaç bişey olsun diyerekten girdiği ve o anı bize yaşattığı harikulade kısım hamletten;
"Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.
Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz.
Bütün mesele hazır olmakta.Madem hiçbir insan bırakıp gideceği
şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar,
ne olacaksa olsun"

öpüyorum...

durma yolcu okumaya devam et