23 Nisan 2009 Perşembe

Günün Mana ve Ehemmiyeti

23 nisan münasebetiyle bir yazı kaleme almak bizde küçüklükten kalma bir alışkanlıktır. Aslında sadece 23 nisan için değil, bütün önemli gün ve haftalar ve dahi bütün önemli kurum ve kuruluşlar üzerine kompozisyon ve şiir yazdırılmışlığımız, resim çizdirilmişliğimiz, şiir ezberlettirilmişliğimiz hakikattir efendim.

Aslında şimdi dönüp bakınca insana komik geliyor her sene her sene Kızılay’la, Yeşilay’la ilgili resim yapmak şiir yazmak zorunluluğu. Hayır, her sene aynı şey üzerine çalışma yapınca ne oluyor orası biraz karışık. Geleceğin büyük şairi veya ressamı olan arkadaşımız kendi gelişimini mi izliyor? Bunlar hep o saçma sapan eğitim sisteminin, saçma sapan müfredatının bizi bir kalıba sokmak istemesindendi. Taylan Çetin arkadaşım zamanında Kızılay’la ilgili yazmak zorunda bırakıldığı şiirde farkında olmadan ve hatta 5. Sınıf öğrencisinden beklenmeyen bir mükemmellikle gerekli eleştiriyi yapmıştı. O şiiri hiçbir zaman unutmayacağım. Siz de unutmayın diye onu da yazıyorum:

KIZILAY
Bu mahallede sel var
Arka mahallede yangın var
Nerde bu devlet,
Nerde Kızılay?

Neyse konuyu dağıtmayalım. Sabahtan beri televizyonda çocukların stadyumdaki törenlerini gösteriyorlardı. Ben de birden o eski heyecanları yaşadım. Her şey gözümün önünden çok hızlı bir şekilde geçiyordu. Engel olamıyordum.

Bir kere her sene nasıl oluyorsa artık (bu sene de aynı şey oldu) Yüce Rabbimin bir kerameti olarak illa ki yağmur yağardı. Biz stadyumun çamurlu çimlerinde vali gelecek de el sallayacak diye it gibi titrerdik. Sonra vali gelirdi üstü açık cipinde 1 2 tur atardı ve tören biterdi. Bir kere hiç unutmam yağmur olayı abartmıştı. Vali de gelememişti stadyuma. Biz de kapısına kadar gittiğimiz stadyumdan aylardır hazırlandığımız gösterimizi yapamadan geri dönmüştük. Üzülmüş müydük? Sanmıyorum. Zaten çalışma yapıcaz diye derslerden yeteri kadar kaçmıştık.

Bugünlerde gazetelerde okullardan askeri kıta düzenin kaldırıldığını falan yazıyordu. Ya arkadaşım olmaz. Olamaz. Bizi neden 13 sene arkadaşımızın ensesine bakmak zorunda bıraktınız peki? Hayır, hatırlıyorum da biz o sırayı bozduğumuz için dayak yemiş bir kuşaktık, biz gömleğimiz süveterimizin altından çıktı diye anarşist ilan edilen bir kuşaktık, biz saçımıza jöle sürdük diye Türkçe öğretmeni tarafından ‘Türklüğü’ sorgulanan bir kuşaktık, yine biz yine saçımıza jöle sürdük diye bizzat okul müdürü tarafından ‘ Allah mısınız lan siz?’ sorusuyla karşı karşıya kalan bir kuşaktık, biz andımızı okurken okula komşu apartmanlardan birinden çıkan amca ‘ yeter lan her sabah her sabah kafamı sikiyonuz’ diye bağırınca gaza gelip andımızı daha yüksek sesle okuyan bir kuşaktık, biz türktük doğruyduk çalışkandık ulan biz ne mutlu diyendik.

Aslında ne o olabilmiştik, ne de bu olmayı başarabilmiştik. Büyüklerimizi çok üzdük biliyoruz. Hiçbir zaman onların istediği gibi bir robot olamadık. Ama kusura bakmasınlar. Yine biz 3 büyük ekonomik kriz, 2 büyük deprem, 1 Bush, 1 Tayyip, 1 Atilla Taş ve çok sayıda Atilla Taş annesi görmüş bir kuşaktık. Onların istediği olamamıştık belki ama sanırım çocuk olabilmiştik. Hatta çocuk olmayı başarabilen son kuşaktık. Silahı B tuşuna basıp almazdık. Gider inşaatlardan boru çalar, kendi silahımızı kendimiz yapardık. Yani oyunu internet kefede değil sokakta oynardık. Sevdiğimiz kıza kısa mesaj atmaz uzun uzun şiirler yazardık. Duvardan geçen yılan bizi heyecanlandırabilirdi. Yerli malı haftasında kola alıp okula götürmez, anamıza poğaça börek yaptırır gider onu paylaşırdık arkadaşlarımızla. Biz adam olacak çocuktuk, Barış Manço bile yüzüklerini çıkarırdı bizim yanımızda. Olayı biraz daha abartırsak şunu bile kolaylıkla söyleyebiliriz: biz o kadar güzel çocuk olmuştuk ki, çocukluğumuzu o kadar güzel yaşamıştık ki hiçbir zaman büyüyemedik, hep o çocukluğu yaşadık.

Tüm dünya çocuklarının ve tüm dünya çocuk kalanlarının 'Türk' ulusal egemenlik ve çocuk bayramı kutlu olsun efendim. Saygılar.

Dip Not: Biz yaşlanmışız yahu bizim neyimize artık bugün 23 nisan neşe doluyor insan yazıları yazmak.

çolukluk çocukluk

23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramınızı kutlamadan başlamak istemedim. ama bu cümlenin ardından kendinize sormanızı istiyorum "ben ne kadar çocuğum?" veya "ne kadar yetişkinim?". aklımızı daha ufacık yaşlardan itibaren karıştırmaya başlayan "adult" tayfa hala karıştırmakta. hiç bir zaman bilemedim ben çocuk muyum yoksa yetişkin mi.

altın günü adında düzenlenen underground dedikodu ortamlarına yani misafirliğe gidilir mahallenin güzel kızı merve de oradadır. türlü şirinlikler yapılır aliyle merveye. arkada sessiz bir şekilde merveyi sinsi sinsi dikizleyen emrah ise olgun çocuk ayaklarındadır. hiperaktif formatta takılan ali artık ayak bağı olmaya başlamıştır. çünkü merve de en az emrah kadar ağırbaşlıdır. plan b ye geçilir ve aliye kurulan bu cümle hedefe doğru atılan ilk hamledir : "ali siktir git amk başım ağrıo"... artık mahalle büyüklerinden , abilerden , dayılardan , babadan kapılan bir oturma şekline bürünülür. pencereden dışarıya bakılarak sanki ciddi birşeyler düşünüyor imajı yaratılır. yan gözle merveye kesik atılır ama merve emrahla çoktan görmek istemediğimiz şekillerde objektiflere poz verir. emrah merveyi alır ve balkona gider geldiklerinde daha bir şen şakrak hava vardır tavır ve hareketlerinde. atroksiyonalist tavırlar o zamandan kendisini göstermiştir. kenarda aptal saptal şeyleri arabalara benzetip kendi kendine icra ettiği oyunundan alınır ve bir güzel plan program çerçevesinde intihar komandosu olarak göreve gönderilir ali. plan basittir emraha gidip tokat atacaktır, emrahın verdiği sert tepki sonucunda emraha 2 kişi dalıp bir güzel façası bozulacaktır. bölece yiğidolar olarak nam salıp merveyi tavlama yolunda büyük bir adım atılacaktı. avına sessiz bir şekilde yaklaşan ali güzel bir tokat patlatır, ve emrahın hamlesi beklenir. emrah kendinden beklenen o sert çıkış yerine göz yaşlarına bürünmüştür plan suya düştüğü gibi mervenin sert bakışları altında hayattan soğunur. emrahın ağlamasıyla ali anneller tarafından ablukaya alınır. ağzı pek sağlam olan ali hiç durmaz ve "o söledi ben de vurdum" diyerek birinci tekil şahısı gösterir ve içten içten ağlayarak salya sümüklük mertebesine erer. ve o birinci tekil şahıs emrahın kindar bakışları altında, mervenin nefreti, validelerin ise " utanmıoyor musun çocuğum. eşşek kadar oldun büyüdün ama hala ortalığı birbirine katıyorsun" gibi cümlelerinin altında ezilir. anne gelir "senle görüşücez rezil ettin beni. artık çocuk değilsin şunu sok kafana" diyerek çocukluğumu öldürücü cümleleri bir anda sarfederek beni derbeder etmiştir.

küçük yaramazlıklar ardından kurulan oğlum büyüdün sen bak kocaman oldun cümleleri artık ağır başlı olmalıyım mahalle kahvehanesinde güzel bir yer kapmalıyım, deri ceket,yumurta topuk kundura şekli yapmalıyım, bir tane de 33lük buldum mu tamam işte büyük adam oldum.

gel gör ki bu büyük adamlığın ömrü uzun değildir. baba hade ben de geliyim senle şuraya "koçum şimdi bu pek de senin yaşındaki çocuklar için uygun değil. sen büyü beraber gideriz". anne biz çınarcığa gidiyoruz yüzücez azıcık. " ne çınarcığı olmaz. git babana söle sen daha büyümedin o kadar". ulan hane eşşek kadardım. hane artık farkına varmalıydım. hane merve de ağırbaşlılıktan hoşlanıodu, yüzüme bakmıyor yolda görünce kafasını çevirior. nasıl olcak bu iş?

hade neyse o dalgalı bir süreç olduğundan kıstaslara göre büyüklük ve küçüklük değişebiliyordu. geldik kaç yaşımıza hala bir takım soru işaretleri var. "sizin yaşınız küçük, ilerde bu mevzular hakkında karar verme yetiniz olacak" gibi cümleler duymuyor muyuz? evde ayaklar uzatılmış türlü çizgi filmlerden biri seçilmiş ve iştahlı iştahlı izlenirken odaya giren ve yaşı ne olursa olsun kişinin kurduğu ilk cümle "çocuk musun lan sen" değil mi? ben de bilemiyorum ki nasıl davranmalıyım... merve de feminist olmuş çok sonradan duydum..

21 Nisan 2009 Salı

kıssa

vize süreçleri ; vize öncesi ve vize sonrası olmak üzere iki ana başlık altında incelenebilir. vize hangi ders olduğuna bakmasızın bu süreci kolaylıkla ikiye ayırabiliriz.

1) vize öncesi : sınava bir iki gün hatta sayılı gün kalmıştır. artık oturup da çalışmak gerekir. artık neresinden olursa olsun bir yerinden başlayıp böle beyin patlarcasına okumak. ama kimi öğrenciler bunu hiçbir zaman yapamaz. daha farklı uğraşlara verirler kendilerini. bu süreçte yapılan her aktivite veya hiçbirşey yapmamak dahi çok eğlenceli geldiğinden bu öğrenci insanı böle bir uğraş içine girişir. 3 yıldır içine girmeyen kalmayan, 2 ay önce kaybedilen boxerı içinde barındıran hatta ve hatta 7-8 ton civarı çekirdeğe ve bir o kadar ekmek kırıntısına sahip olan klavye bir anda temizlenmeye başlanır. o pisliklerin içinde kaybolmak insana öle bir huzur verirki orgazmın doruklarını yaşar gibi mutlu olunur. veyahut dur 5 dakka tv izleyeyim daha sonra aralıksız 659 saat ders çalışıcam yalanı tvnin kumandasında basılan bir tuş ardından ne kadar büyük yalan olduğunu ortaya koyar. daha önce yayınlanmış olan saçma sapan bir dizi bölümü veya aptal saptal bir kadın programı bizi ölesine cezbeder ki vay be inanmıyorum ne kadar da eğlenceliymiş dur biraz izlicem. sonuçta insanın kendini böle bir şekilde rahatlatması derse karşı az olan motivasyonunu daha çok artırır bahanesi ile çok daha gerçekçi bir neden halini almıştır. pc ekranına bakıp mouse hareket dahi ettirilmese o sahne bize huzur verir. bi de bir uyku gelirki gören 3 yıldır kış uykusuna yatmayan bir ayı zanneder. en istenilmeyen ortamda en istenilmeyen şekilde saatler geçirirlir ve gayet mutlu olunur..... (yine uykum geldi çünkü yarın vizem var. bundan dolayı daha milyonlarca madde arasından seçip bir kaçını daha yazamayacağım)

2) vize sonrası : giren ve açılamayan şemsiye boyutlarına göre bir ruh haline bürünülür. eğer 6 cağlı ufak , şeffaf, kürtlerin yağmurlu havalarda sattığı şemsiyelerdense giren, fazla koymaz sınav sonucu alınacak olan 45 civarı not gayet de idealdir. yapılması gereken acilen koşar adımlarla taxime çıkıp insan yüzü görüp rahatlamak. ve bir kaç soğuk bişe içmek, tavla oynamak, sohbet etmek fln. 10 cağlı baston şemsiye ise giren, gelecek 25 civarı not final haftasında rahatsızlığa neden olacaktır. dolayısı ile ortalığı bir sessizlik bürümüştür. vize öncesi eğlenceli gelen herşey alamsız ve aptalca, günlük hayatımızın gereksinimi gibi bir şey olan aktiviteler ise gereksiz bir şekil almıştır. zevksiz tatsız tuzsuz bir durumdur. bi de şey var bu algida şemsiyeleri var ya, dondurma şemsiyeleri eğer o zorladıysa kapıları , koşar adım kabataşa inilir alınan biralar hızlı bir şekilde içilir efkarla yakılan sigaralar ağızla değil burunla içilir. gelmesi muhtemel 10 ve civarı not "ulan okul bir dönem daha mı uzadı ne" nidalarına neden olur. akıldan geçen saçma fikirler kafayı yeme derecesine getirir insanı.

evet yarın kabataşa inicem gibi duruo akşamın bu saatinde yaptığıma bakılırsa. yarın çalışırım sınavdan önce zihniyeti ile zerre adım atılamaz geleceğe doğru diyerek sözlerime son veriyor sözü saz arkadaşlarım soul almighty ve piçere bırakıyorum. esen kalın , sakın pıslamayın...

edit : sınav var diye kısa yazaktım ondan başlık kıssa idi fekat görüyorum ki yine yalan ettik sınavı...

arka arkaya sahneler

perşembe günü sakaryadan yalovaya döndüğümde arka arkaya çok garip sahneler yaşadım.

önce bir tane serçe gördüm kıpkırmızı bişeydi. arkasında 'serçedes' yazıyordu. yaw dedim insanlarda özgüven var.

sonra mahalle arasında dolaşırken apartmanın birinden bi ses duydum. kafamı bi kaldırdım. teyzenin biri camdan yan komşusuna sesleniyordu. teyze benim baktığımı farkedince birden hareketlendi. ve inanır mısınız 3 sn içinde bir tane saç teli bile kalmayacak şekilde hoooop perdeden bi türbana sahip oldu. yaw dedim ki insanlarda özgüven var.

sonra yine yürümeye devam ettim. fatih caddesine çıktım. karşıdan bir kadın bir bebek arabasını iterek yaklaşıyordu. yüzüne baktım. iyice baktım ama. bir yerden tanıyordum. ama çıkaramıyordum. düşündüm. düşündüm. çıkaramadım. irkildim.

aslında irkilmem o 'kız'ı hatırlayamamamdan değildi. daha kolay hatırlayacağım ya da asla unutmamış olduklarımı aynı şekilde görme ihtimalimdendi. herkeste olandan bende yoktu. biraz da bundandı.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Yangındır Yanar!

hemen hemen 800 bin yıldır insan oğlu ateşi bilinçli kimi zaman ise gayet öküzce kullanmakta. kimi kendini zehirlemek amaçlı ateşler çakmağını, kimi bir güzel hazırladığı kestaneleri kenara kaldırıp ateşler sobasını, kimi balıklar daha fazla acı çekmesin diye vurur ateşi mangalın üstüne,kimi protesto için ceket(fakıbaba fanları), sembolik eşyalar yakar, kimisi ise toplum huzurunu baltalamak için elinden gelen herşeyi yapıp etrafı yakıverir. III. Osman yane Genç Osman zamanında yine kimi kendini bilmezler bir yangın çıkarıyor. daha çocuk yaşta tahta çıkmış olan bizim dangalak Osi ise çaresiz kalıyor. osmanın yanına gelip padişahım böyle bir durum söz konusu dediklerinde ise osmanın cevabı gayet çözüm odaklı ve realistik bir yaklaşım "bekleyeceğiz". işte bu mantık ötesi çözüm yolum istanbulun sadece ve sadece % 70 inin yanması ile sonuçlanıyor. olabilitesi yüksek dialog şöle olsa gerek;
yangın çıktığı sırada osi haremde manita tıkıslamaca oynuyor. yakaladığını seven osmana koşa koşa gelen sadrazam

sadrazam : devletlum! devletlum! rahatsız ediyorum ama yangın çıktı cayır cayır yanıyoruz!

osi : (enseye şaplak .... parmak şeklinde yaşayan osi) sokturtma yangınına be koçum. burda daha önemli meseleler var.

sado : ama padişahım bu yangının götümüzde patlama olasılığı çok yüksek!

osi : olum ben yanıyorum istanbul yanmış çok mu amk. cariyeler fln on numara ortam fln ama biz de insanız belimiz kopuyo. dur sultanım ben de bi el atıyım fln diyen yok. başlatma yangınına fln.

sado : ee halk cevap bekliyor nasıl hareket edeceklerini bilmiyorlar?

osi : halka duyrulsun beklemedeyiz...

neyse işte böyle bir yangın istanbulun büyük bir kısmını zamanında kül etmiş. şöle zamanda yolculuk yapıp daha yakın geçmişe gelirsek. yine zamanın yangınlarına benzer bir yangın yaşatacak olan bir kendini bilmez insan Çağan Erdem (22). şaka bi yana büyük marmara yangının ucundan döndük. yangın olayını daha sonra ayrıntıları ile yazarım. uykum geldi. bu osman karnımıza 2 gün önce ağrı soktu gülmekten, yazmadan yapamadım. çağana gelsin bu yazı.

dip not 1 ; olası "zanko" dialog
abla : pardon ateşinizi var mı?
hanzo : yıllardır 41 derece olup yanan bölgelerim var dokun da cigaran alev alsın... (çok içten)

dip not 2 ; lob aralarına deo sıkıp dert sıkıntı unutmak mümkünmüş. çok güvenilir bir ağızdan duydum. 2 pıslatıyosun kendine geliosun :D:D:D:D:D

12 Nisan 2009 Pazar

ada ve rakı

heyecanı 3-4 gün öncesinden sarar. daha tarih belli değilken dahi hemen bir alışveriş listesi yapılır. listenin en üstüne kişi sayısına bağlı miktarda 70 lik rakı resmi çizilir. sırayla mangal üstünde raks edecek balıklar , rakının süsü olan değişik mezelerimiz ki bu mezeler rakı görünce kendilerini masaya fırlatan cinsden mezelerdir , meyve faslı vardır ki kavunsuz asla kapanmaz o fasıl. alışveriş yapılır çantalar hazırlanır. mümkün mertebe az kalabalık bol şamata mantığı ile haftaiçi bir gün seçilirse daha bi tadından yenmez bir gün elde edilir. sabah 08:30 vapuru ilen rakıya yolculuk başlar. heybeli de inilir piknik alanına doru yavaş adım yürünür. iki masa birleştirilir mümkünse böle dragosa bakar şekilde daha çok kişinin manzaraya sahip olabiliceği şekilde yerleştirilir ve üstüne tercihen gazete veya masa örtüsü örtülür. sabah kahvaltısı ile ada muhabetleri başlar, kahvaltı ve sonrası genelde güncel olaylar ve siyasi muhabetler daha bir çekicidir. akrep ile yelkovan 12 üstünde öpüştüğü an çantalar açılır öncelikle büyüklerimiz baş köşelere oturtulur, daha sonra dans pisti mangalımız böle güzel rüzgar alan ama kimseyi rahatsız etmeyecek bir açık alana kurulur. yavaş yavaş başlanır mangalı yakma işlemine , etraftan çalı çırpı toplama işlemi bittikten sonra. çantadan çıkarılan rakı kadehleri hemen büyüklerimiz eşliğinde doldurulur. mangal başı rakı gibisi de yoktur hani. takoşturulan rakılar tadını çıkartılarak içilir yavaş yavaş, gırtlaklar neye uğradığını şaşırıp bayram yaşayan çocuklar edasında sevinirler. balıklarımız (tercihen çipura) mangal üstünde şöle bir titrer ve kendilerine gelirler. sıcak sıcak tabakları süsleyen balıklar şerefine günün anlam ve önemini belirten konuşmayı büyüklerimiz yapar ve ardından ilk lokma rakıyla berabercene mideye yol alır. hane inceden o gırtlağı gıdıklar ya rakı , anason kokusu ile daha varmadan mideye "baba geliyor açılın ulan" diyişi vardır ya rakının işte bu enstantaneler daha bir görülür hal alıyor böle bir ortamda. 2-3 saat mangal eşliğinde hemen hemen 4-5 e kadar bu şekilde devam edilir ardından tabaklar fln yenilenir ve o yüce mezelerle devam edilir. muhabet derinleşmiştir. siyasi gerçekler arasında ömrünü yemiş bitirmiş olanları mı dersin, tanrı kavramını tekrar irdeleyenler mi dersin, eski muhabetlere girip mazinin derinliklerinde inleyenler mi, kahkahalar ile eşlik eden mi yoksa gözyaşı ile masaya bakıp bakıp "ben sizi çok seviyorum yaa" diyen mi. herkes ayrı telden çalarken bi anda aynı muhabet atrafında toplanır herkes ve işte gün yeniden doğmuştur. rakılar tazelenir saat hemen hemen 6-7 olmuştur. sırayı meyve alır, kesilen meyveler rakıya olan aşklarını gösterirler. derinleşen muhabet çoğu kişiyide almış götürmüştür aramızdan o derinlere. 8-9 sularında ortada ne meyve kalmıştır ne bir meze ne de rakı. ama böle yersiz ayrılıkları her zaman hüzün vermiştir gözler dolmuştur. son bir veda busesi için bir kişi iner adaya bir büyük daha alıp gelmiştir. kadehler dolar tekrar yüzler güler, gönüller neşelenir, rakı ile olan ahbaplığı geçmişe dayanan mide gırtlak ve ağız üçlüsü ve zevki yaşamak ve yaşatmak için çoktan mitoz bölünmelere başlamıştır. vedalaşma abartmadan usul usul sona erdirilir. rakı kafası yaşana yaşan sahile inilir az şekerli eşliğinde bir cigara da tellendirilir. muhabetin sona ermesi gibi bir durum söz konusu olmadığından vapura doru hafif hafif yol alınır ve bir rakıya yolculuk daha böylece sona ermiş olur. burdan üstadlarımıza selamlar olsun "Ali abimize" özellikle...

7 Nisan 2009 Salı

o çocuğun hikayesi

hayatımın iğrenç gerçeklerinin saklanılması gereken çok önemli sırlar olduğunu anladığımda aslında çoktan yalnızlaştığımı da farketmiştim. kapkaranlık bir kuyuda düşüşteyken tutunacak bir dal bile aramayışım belki de bilinçaltımdaki uslu çocuğun tekrar çıkışa geçmek için zaman kaybetmek istememesindendi. düşüşüm kesindi ama dibi ne zaman bulacaktım, buna o çocuğun bir cevabı yoktu. belki de hala keşfetmenin mutluluğunu yaşıyordu, ben o mutlu tabloyu bozmak istememiştim.

hayatımda her zaman iyiyi, doğruyu, güzeli aradığımı sanıyordum. fakat ne doğru olan güzeldi ne de güzel olan iyiydi. bir türlü bulamayışım bundan mıydı bilmiyorum. ama artık aramaya gücüm kalmamıştı. ben de kendimi üçe bölemediğim için kendi kendime konuşmaya başlamıştım.kendi içime hapsoluşum kendini git gide daha çok hissettiriyordu. ben kelepçemin ve prangamın anahtarını çoktan yutmuştum. sonra suçu o uslu çocuğa atmıştım.

hayat insana belli bir yaşa kadar sürekli bir şeyler öğretiyordu, sonra o doğruların aslında unutulması gereken saçma sapan şeyler olduğunu gösteriyordu.bu saçma kısır döngüye direnen benim gibi salaklara da diğerlerinin başarılarını izlemek kalıyordu. dipsiz karanlığımdan kurtulmak için tutunacağım dallar onlarsa eğer, ben düşüşümle mutluydum. zaten güneşin peşinde koşmaktan kör olmuş gözleri beni bir süre sonra göremeyecekti.

ne kadar çok kendimden bahsettiğimi farketmişsinizdir. çünkü artık kimseyi sevemiyordum. aslında kendimi de sevmiyordum ama bana başkası kalmıyordu. kendimle gayet mutluydum. testide ne varsa çatlaktan o sızıyordu.

6 Nisan 2009 Pazartesi

üstteki ve yandaki

lan piçer, rastafari ve soul.almighty şu yukardaki ve başlığın hemen yanındaki üç tane renkli yuvarlak neyi temsil ediyo lan dalyareler? diye sorsalar, validene sor deriz

durma yolcu okumaya devam et